Genel
Trend

Doğu Türkistan’da Zulüm Arşa Dayandı

Çin işkencesi bitmek bilmiyor. Kamplarda yaşayanların sayısı milyonlarla ifade ediliyor. 30 milyon Doğu Türkis...

Doğu Türkistan’da Zulüm Arşa Dayandı

Doğu Türkistan’da Zulüm Arşa Dayandı. Üç maymunu oynuyoruz. Görmüyoruz, duymuyoruz, konuşmuyoruz. Hâlbuki gözlerimizin önünde, feryatların kulaklarımızı çınlattığı dindaşlarımızın, soydaşlarımızın derdine derman olmak, onların yanında olmak dini vecibe bir yana, insan olmanın gereğidir.

İnsan kanının döküldüğü yerde, Müslüman kanının aktığı yerde para hesabı yapılmaz. Neymiş? Çin’le alışverişimiz varmış. Çine bir şey sattığımızda yok. Alıyoruz, sürekli alıyoruz.

YouTube video

Ticari ilişkileri göz önünde bulundurması gereken satıcıyken, her nasılsa mevzu Doğu Türkistan olunca, mevzu Doğu Türkistanlı Müslümanlar olunca, alıcı bizler olduğumuz halde ticari ilişkileri göz önünde bulundurmak zorunda kalıyoruz.

İş Uygurlu Müslümanların feryatlarına kulak tıkamakla kalsa iyi, Türkiye’ye iltica etmenin yolunu bulan Uygurlu Müslümanları, yakaladığımız yerde paket yapıp Çine teslim ediyoruz. Çin onlara ne yapıyor biliyor musunuz? Hiç acımadan ya esir kamplarında çürütüyor veya idam ediyor. Nitekim Doğu Türkistan’da Zulüm Arşa Dayandı derken ne abartıyor, ne haksızlık ediyoruz.

Yine Doğu Türkistan’da, Müslümanların evine yabancı erkekler yerleştiriliyor. Uygurlu aileler, Çinli erkeklerle mahremiyetten uzak yaşamak zorunda bırakılıyor ve bu ailelerin gençleri bedava Çin fabrikalarında çalıştırılmıyorsa, toplama kamplarında yok ediliyor. Çin İşkencesi

Bu kamplarda yaşayanların sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Otuz milyon Doğu Türkistanlı soydaşımız ve dindaşımız göz göre göre ölüme terk ediliyor. Tecavüze uğrayan Doğu Türkistanlı kızların yüz binleri bulan sayısı bilinmiyor. Kaçırılıp Çin geleneklerine göre eğitilen çocukların, organ mafyalarına satılan çocukların akıbeti bilinmiyor.

Yukarıda bugüne kadar inkâr edilen esir kamplarının görüntüsünü almayı başaran BBC televizyonun Doğu Türkistan‘da çektiği belgesel var. ibretle izlemenizi tavsiye ederiz.

YouTube video

Doğu Türkistan zulmünü Alayına İsyan adıyla romanlaştırarak, bizlerin istifadesine sunan, değerli yazarımız Cüneyt Algan‘a teşekkür ederken, sizleri de aşağıda bu zulmü anlatan romandan bir bölümle baş başa bırakıyoruz.

Alayına isyan - Cüneyt Algan

Gönlümdeki hasret mi, kalbimdeki kasvet mi ah!


Günlerden hangi gündü bugün?
Bir gece miydi, bir gündüz müydü yaşanan?
Sahi saat kaçtı, şu an?

Henüz yirmi beş yaşında olmasına rağmen, ne geleceği için, ne de içinde bulunduğu hücre için herhangi bir ışık yoktu. Bulunduğu Eğitim Kampına geleli neredeyse iki yıl olmuştu. İlk geldiğinde kendi gibi birkaç bayanla beraber, onlarca Çinli erkeğin gözü önünde çırılçıplak soyulmuş, irrite edici bakışlar arasında kamp elbiseleri giydirilmişti.

Gözyaşlarını görenlerin kimi işmar, kimi fısıltıyla “Aman ha ağlama! Ağlayanlara daha kötü muamelede bulunuyorlar” dediğinde, akan gözyaşları da kurumuştu.

Neler görmemişti ki, şu iki yıl içinde neler?

Güya adı Eğitim Kampı olan bu ceza ve işkence evinde, gencecik kızların her gün defalarca payimâl olan namuslarını, görevlilerin şantajlarını, tehditlerini, insan onurunu ayaklar altına alan çirkin davranışlarını saymakla bitiremezdi. Hakikat; yüz binlerce Müslümanın tutuklu bulunduğu bu eğitim kamplarında, suçun tanımı neydi?

Kamp Müdürü bir gün “Biz İslam’ı yaşamaya meyilli olan her bireyi potansiyel suçlu görürüz ve o bireyin herhangi bir suçu işlemesini de beklemeyiz” diyerek hem suçun tanımını yapmış, hem de tüm tutukluların keyfi olarak tutuklandığını; adeta itiraf etmişti.

Çıkışı yoktu kampların…

Ölü olarak çıkanlar dışında, zaten kimsenin çıktığı da vaki değildi. Her tutuklu müebbet yemiş gibiydi. Üstelik ölene kadar kötü muamele görerek, öylece ölümü beklemekten başka çaresi olmayan birer ceset misaliydi her biri…

O da, toplamı dört metrekare olan bir hücrenin içindeydi.
Yirmi beş gündür bulunduğu bu hücrede, bazen unutulduğunu bile düşünmüyor değildi.

Her tarafı betondan olan hücrenin içinde ranza veya üzerinde oturacak herhangi bir şey yoktu. Bir köşede bulunan tuvalet alabildiğine keskin ve pis kokuyordu. Buz gibi betona oturduğunda ya da sırtını duvara yasladığında üşüyor, mütemadiyen ayakta beklediği zaman da çok yoruluyordu.

Hele de lağımdan çıkan kedi büyüklüğündeki fareleri ilk gördüğünde, korkudan aklını oynatacak gibi olmuştu. Hâlâ da onları her gördüğünde ürperir, ne yapacağını bilemez olurdu.

Zaman zaman soğuğu ve betonu yenen zorlu uykunun kollarındayken, aç farelerin ısırığıyla uyanır, birkaçını birden üzerinde gezinirken bulurdu. O an çığlıklar atarak yerinden fırlar, bir daha da uyumaya cesaret edemezdi.
Doğrusu bulunduğu ortam ve şartlar, bayanlar şöyle dursun; erkeklerin bile tahammül edebileceği, sabredip cefasına katlanabileceği türden değildi.

Ne var ki çare yoktu…

Milyon kere kafasını duvarlara vurarak ölmeyi planlamış; lakin her seferinde intiharın haram olduğunu, bunu yapanların ebedi cehennemde kalacağını hatırlayarak, bu düşüncesinden vazgeçmişti.

Şimdi yine düşünüyordu…

Tuvalet taşının olduğu yere en uzak köşede, sırtını beton duvara dayamış, dizlerini karnına çekmiş, öylece otururken düşünüyordu…

Hayır, sürekli düşünmekte bir problemdi. Sırf bu yüzden ak lını kaybedebilirdi. Hasbelkader zihin dünyasının hiç bitmeyen gelgitleri arasındayken, ayaklarının uyuştuğunu hissetti. Sırtı ise betonun soğukluğu yüzünden adeta bıçaklanıyor gibiydi.

Karnına çektiği ayaklarını uzatarak, karıncalanmanın geçmesini bekledi ve sonra ayağa kalktı. İki adım ileri, iki adım geri volta attı. Kısıtlı alanın bulunduğu hücrede, şuursuzca attığı birkaç adım bile onu çok yoruyordu; fakat tüm bu olumsuz şartlar içinde, ona kalp kuvveti veren, direnmesini ve mücadele etmesini sağlayan yegâne şey, Allah inancıydı.

Abdesti olmadığında, duvarlara elini sürerek teyemmüm alıyordu. Aşikâr namaz hareketleri yaparsa daha çok cezalandırılır korkusuyla, oturduğu yerden, göz ucuyla kılıyordu namazını. Dualarını ise ellerini açmadan yapıyordu. Ayrıca çok sevdiği İhlas suresini gün boyunca dilinden düşürmüyor, durmadan Rabbini anıyordu.

Ona bulunduğu yerde iyi gelen, dayanma gücü veren tek şey, sımsıkı sarıldığı inançtı. Hücre içinde hâlâ bir ibadet halinde, ileri geri volta atarken, üstüne kapatılmış demir kapının küçük bölmesi korkutan bir şangırtıyla açıldı. İçeri sürülen yemekten sonra, küçük bölme yine aynı gürültüyle kapandı.

Birkaç günlük kuru ekmek ve içinde patateslerin bulunduğu duru su çorbası…

Bu yemeğin birazını yiyecek, birazını da farelere ayıracaktı.
Farelerin karnı tok olursa, ona ilişmeyeceklerini düşünüyordu.
Mamafih birkaç kez bu davranışında isabet ettiğini de gözlemleyebilmişti.

Ah şu kör olası hücreden bir çıkabilseydi bari…

Hoş çıktığında esaret ve çile bitmiş olmayacaktı; ama hiç değilse farelerden kurtulurdu. Diğer hücrelerde sabahlara kadar bağıran ve ağlayan genç kızların seslerinden kurtulurdu ve dahası, şu ifritten beter zifir karanlıktan kurtulurdu…

Kim bilir belki de bu kamp yerinden temelli kurtulur, şimdilerde üç yaşına girmiş, o küçük kızını bağrına basar, onun o mini mini ellerini öperdi. Kızına kavuşma düşüncesi bile onu heyecanlandırırken, kalbinin teklediğini düşünüyordu bazen. Sanki duruyordu. Duruyor ve yeniden çalışıyor gibiydi kalbi…

Bir kalp krizi geçirir miydi acaba?

Kalbi öylece, durur muydu aniden?

Çinlilere nazaran daha az çekik gözlerinden, yaşlar süzülüyordu yanağına. Ne kadar masum ve ne kadar da berraktı beton zemine uzanan her damla…

Ah ya ölürse?
Ya kızını bir daha hiç göremezse?
Ellerinden tutup, minik avuçlarını öpemezse?
Kim bilir, şimdi kimlerle ve ne halde!

Bu düşünceler ona acıyı, yüreğinin en derininden hissettiriyordu…
Acı kalbe iyi gelmezdi, biliyordu. Korktu bir an, bu yüzden ve içten gelen bir ürpermeyle titredi. Sonra olumlu düşünmeye zorladı kendini…

Öyle ya evinden, çocuğundan, eşinden ve ailesinden zorla koparılan milyonlarca mazlumdan, yüz binlerce kadından sadece biriydi o…

Ve şimdi; sanki milyonların sesi olacak, kalbine fısıldadığı o minik; ama hüzün dolu cümleyi milyonlar duyacak gibiydi:

— Ne olur kalbim, biraz daha dayan!

YouTube video

Doğu Türkistan’da Zulüm Arşa Dayandı adlı bu konuyla alakalı youtube üzerinden başka videolar izlemek istiyorsanız, buraya tıklayarak izleyebilirsiniz.

Keyifli Admin

Medeniyetimiz, ahlaki değerlerimiz ve bu vatan toprağı bizim için değer konmaz birer hazine niteliğindedir. Keyifli Bilgi yapabildiği kadar, sizlerin de desteğiyle bu hazinelerin hepsine taliptir.

Bir Yorum

  1. Allah kötülüğü ortadan kaldırmaya gücü yeten yöneticilere, elbette bu mazlumların hesabını soracak. Ben gerçekten Doğu Türkistanlı kardeşlerimize çok üzülüyorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu